İSLAM ZİRVESİ NEDEN ÖNEMLİYDİ? YÜZYILLIK UYKUDAN UYANDIK MI?

SAADET ORUÇ - H. HÜMEYRA ŞAHİN
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında düzenlenen 13. İslam Zirvesi, sonuçları itibariyle önemli fırsatlar sunan bir buluşma oldu. “Dünya beşten büyüktür” şiarıyla Birleşmiş Milletler’in bir kaç küresel aktörün satranç tahtası haline gelmesine güçlü bir itiraz geldi zirveden. Yeni bir refleksle, küresel sistemde Müslüman ülkelerin hak ettiği yeri yakalaması için zemin arayışlarına sahne oldu. Zirvenin önemini anlamak için momentumu en basit haliyle tasvir edelim.
Müslüman ülkelerden savaşlar, felaketler, göç dalgaları eksik olmuyor. Batı başkentlerinde neredeyse aylık periyotlarla, Ortadoğu kentlerinde ise aşağı yukarı günlük formatlarda bombalar patlıyor. Patlayan her bombanın neden olduğu onlarca kayıp da Müslüman ülkelerin hanesine fatura ediliyor. Batılı için, yönetenlerinin özenle hazırladığı stratejilerinin sonucu olarak domuz eti yemeyen, alkol almayan her kişi potansiyel terörist, kelime-i şahadet getiren her Müslüman irkilerek bakılacak bir hedef haline gelmek üzere. Cadı avına az kaldı Batı dünyasında. İslam adını kullanarak teröre başvuran odaklarla mücadeleyi Müslüman ülkelerin ortak mücadelesi sonuca ulaştırabilir. Batı’nın yakalandığı İslamofobi ve ayrımcılık hastalığından kurtulmasına da yine İslam ülkeleri yardımcı olabilir. Ama önce ekonomisiyle, güvenliğiyle, kadın ve gençlik gibi başlıklardaki atılımlarıyla küresel sistemde söyleyecek sözü, yapacak itirazı ve önerecek yöntemi olan bir noktanın yakalanması hedefleniyor.
Somut pek çok öneri getirildi. Daha önceki İslam Zirvelerinin aksine, lafta kalmayan, hayata geçirilecek olan kararlar alındı. Türkiye, İİT’yi alışıldık hantal yapısından kurtarmayı hedefliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yeni bir paradigma oluşuyor. Batı’ya ters düşmeyen ama bu coğrafyanın da söyleyecek sözü var diyen, ayakları yere sağlam basan, bağırmadan altını doldurduğu gerekçeleriyle haklılığını ortaya koyan yeni bir duruş. Takipçisi olalım hep birlikte… Barış ve adalet için.
Türkiye-İran: Bölgesel çözümler için ortaklık
İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani Ankara’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Çok sayıda anlaşmanın imzalandığı stratejik öneme sahip bir toplantıya ev sahipliği yaptı Ankara. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İranlı muhatabı Ruhani ile İslam Zirvesi vesilesiyle İstanbul’da bir araya gelmişti. Ankara’daki ikinci randevuda, öncelikli olarak bölgesel sorunlara dışarıdan güçlerin değil, bölgesel aktörlerin çözüm bulmasının önemine dikkat çekildi. Ambargo nedeniyle 22 milyar dolardan 10 milyar dolara gerileyen ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkarılması hedefinin altını çizdi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bankacılık ve borsa alanında atılacak ortak adımlar da dönüm noktası niteliğinde. İran, uzun yıllar süren ambargonun ardından dünya pazarı ve küresel sermayeyle yeni bir sayfa açıyor. Bölgedeki pek çok krizin da alt metninde bu sayfaya geçişin doğum sancıları yatıyor. İran ile Türkiye arasında belirli politik konularda görüş ayrılıkları mevcut elbette. Ancak Ankara randevusu, bölge sözlüğünde güç kavramının karşısında isimleri yazan bu iki ülkenin işbirliği için sağlam bir zemin sundu.
14-15 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 13. İslam Zirvesi, Türkiye’de iki farklı refleksi harekete geçirdi. Birincisi, Türkiye’nin 56 İslam ülkesinin lider ve temsilcisi ile verdiği ortak fotoğrafı görüp, ‘Türkiye Batı’dan kopuyor’ hezeyanı içinde telaşa kapılan kompleksli ve bağımlı refleks. Diğeri, Türkiye’nin, çok kutuplu dünya içinde İslam ülkeleriyle birlikteliğinin gerek dini, gerek kültürel, gerekse stratejik öneminin farkındalığı ile kendini gösteren dinamik refleks.
İlki, Türkiye ne zaman Batı dışındaki coğrafyalarla iletişime geçse ortaya çıkıyor. Oysa modern dünya için son derece köhne, ilkel, atalet içinde bir refleks. Dünyaya tek bir pencereden bakmanın dar kalıpları içinde, dinamizmden, dolayısıyla gelecekten yoksun bir bakış. Özgürlüklerin, demokrasinin, gelişmişliğin tek ve değişmez adresinin Batı olduğu ezberine iman etmişlik hali. Batı’nın zaaflarını ve dahi imkanlarını bir arada tartmaktan yoksun eksik bir terazi, içe kapanık bir yaklaşım… Bu, öylesine dar bir zihinsel kalıp ki, Avrupa, Amerika, Latin dünyası, Afrika, Pasifik, Türk Cumhuriyetleri, Balkanlar ve dünyadaki diğer coğrafyalarla aynı anda iletişime geçmeyi imkansız görecek kadar sığ… Özne bir ülke özgüveninden, özgün bir uluslararası ilişkiler stratejisinden yoksunluk hali… Gerçeklikten uzak bu romantik yalıtılmışlık, bir kuşağın kaderi. Değişmesi çok zor. Onları kendi hezeyanlarıyla baş başa bırakıp, Türkiye’nin irili-ufaklı 56 İslam ülkesi ile verdiği pozun dinamik gerçekliğine dönelim;
İslam dünyası genel itibarıyla kadim medeniyet havzaları ve zengin yeraltı kaynaklarının üzerinde bir coğrafyaya tekabül ediyor. Görece genç bir nüfusa sahip. Fakat ne yazık ki bu potansiyeline rağmen yerkürenin güncel birçok sorununun merkezi. Tek başına kaynağı değil ama merkezi!… İslam dünyası üzerine kurulabilecek romantik cümleler içinde kaybolmanın bir anlamı yok. Realiteyi göz ardı etmeden İslam dünyasını ilgilendiren sorunların çözümüne zihin yormak ve potansiyele odaklanmak gerekiyor.
İstanbul’da gerçekleştirilen İİT Zirvesi, bu yönüyle önemli bir fırsattı. Sünni, Şii, Selefi, Vahhabi, tüm mezhebi yorumların ve İran, Malezya, Körfez, Afrika gibi farklı sosyolojik ve kültürel dokuların temsilcileri bir araya geldi. Liderlerin fiziken aynı fotoğrafa girebiliyor olmaları, asgari müşterekler üzerine inşa edilebilecek bir dayanışmanın da imkan dâhilinde olduğuna dair bir umuttur. Fakat bu ancak, İslam dünyası dediğimiz olgunun içini dolduran bu ‘farklılıklar’ın, çatışma vesilesi değil, birbirine saygı duyulan yorum zenginliği olarak değerlendirilmesiyle mümkün olabilir. Aksi halde birbirini tekfire kadar gidecek uzlaşmazlık hali, İslam İşbirliği Teşkilatı’nı da anlamsız ve işlevsiz hale getirecektir.
Zirvenin ev sahipliğini yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, mezhepler üstü bir Müslümanlık sıfatı etrafında birleşmenin getireceği kazanımları, zirvenin açılışında yaptığı konuşmada net biçimde dile getirdi. İslam dünyası için ekonomik, sosyal, kültürel ve her türlü insani ilişkiyi öngören bu işbirliği teklifi, bu münasebetlerin getireceği dinamizmin farkında olan refleksi de harekete geçirdi, umutlandırdı. Dünyanın hem en büyük potansiyeline sahip, hem de en büyük krizlerini yaşayan bu coğrafyanın, bu umudu pratiğe taşıma zorunluluğu var. İslam dünyasını birkaç yüzyıllık uykudan kaldıracak şey, bu umut ve gayret arasındaki ilişkiye bağlı.
Aksi halde Sezai Karakoç’un ‘Kaç kardeşsiniz?’ sorusuna verdiği ‘1.5 milyar kardeşiz’ cevabı, samimi bir şair duygusu olarak kalacaktır.
kaynak:
http://akademikperspektif.com/2016/04/18/islam-zirvesi-onemliydi/
http://akademikperspektif.com/2016/04/20/yuzyillik-uykudan-uyanmak/